7 Ekim 2015 Çarşamba

MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRKLER: GAGAVUZLAR

Türk tarihini incelediğimiz zaman genel olarak Türklerin yaşayış şekilleri ve dünya tarihine  etkileri birçok insanı etkilemiş ve Türkler üzerinde araştırma ihtiyacını doğurmuştur,Tarih boyunca Orta Asya topraklarından Balkanlara kadar uzanan Türkler,gittikleri bölgelere kendi kültürlerini aşılayıp,gittiği bölge kültürlerden de etkilenerek,dünyanın birçok yerinde harman kültürler oluşturmuşlardır.Genel olarak bize anlatılan başarı hikayelerinin çoğu,Proto Türkleri bir kenara bırakırsak.genel olarak Müslüman Türkler hakkındadır.Çoğunlukla Müslüman Tüklerin yakalamış olduğu başarılar ve yaşayış şekilleri ön plana çıkarılmış ve yaptıkları mimari eserler incelenmiştir.Müslüman Türklerin ön plana çıkarılması mutlaktır ve incelenmesi gereken mükemmel bir tarihe sahiptirler.Fakat tüm bunları incelerken Müslüman olmayan Türkleri de incelemek ve özellikle sahip oldukları kültürler ile ilgili detaylı bir araştırma yapılıp,bizlere tanıtılması gerektiğini düşünmekteyim.Özellikle Orta Asya ve Batı Avrupa da halen birçok Hristiyan,Musevi ve Gök Tanrı dinlerine mensup binlerce Türk yaşamaktadır.Bu bahsettiğimiz Türk halklarından bir tanesi de Gagavuz Türkleridir.

Gagavuz Türklerinin büyük bir kısmı günümüzde Moldava'nın Gagavuzya bölgesinde yaşamaktadırlar.Nüfusları yaklaşık olarak 250.000 ila 300.000  civarında olan Gagavuzların,Moldova dışında yaşayan diğer halkları ise Bulgaristan,Yunanistan,Romanya,Ukrayna ve Türkiyede yaşamaktadırlar.Ayrıca Müslüman Trakya yerlisi olan Gacallar'ın da Gagavuz kökenli olduklarına inanılmaktadır.Moldova'nın Gagavuzya bölgesinde yaşayan Gagavuz Türkleri'nin başkenti olan Komrat aynı zamanda Gagavuz nüfusunun en fazla olduğu şehirdir ve bu bölgede yaşayan Türkler kendi kültürlerini koruma konusunda en başarılı olan tek halktır diyebiliriz.Bu bölge dışında yaşayan halkların çoğu,maalesef kendi kültürlerini koruma mücadelesinde çok başarılı olamamışlardır ve asimile olarak yaşadıkları ülke kültürlerinin etkisi altında,kendi kimliklerini ve kültürlerini unutmuşlardır.Bu açıdan bugün Komrat şehri,Gagavuzları tanıma açısından en sağlıklı yerleşim yeridir ve gerek mimari açıdan,gerekse yaşayış şekillerini inceleme konusunda asimile olmaktan korunabilmiş tek yerdir.


Gagavuzlar ilk zamanlar kendilerinin Türk olduklarını bilmiyorlardı,kendilerini Slav ırkının bir parçası olarak görüyorlardı fakat bu durum Gagavuzların ünlü lideri Mihail Çakır ile değişmiştir.Mihail Çakır yaptığı çalışmalar ile Gagavuzların kökenlerinin Türk ırkına dayandığını ispatlamıştır,Esasında Gagavuzların Türk olduklarını anlamak çok güç değildir özellikle mimari eserleri,gelenek ve görenekleri ve Kiliselerinde yapmış oldukları bazı ritüeller Türklerden gelebilme olasılığını göz önüne koymaktadır.Resmi dinleri Hrisitiyanlığın Ortadoks mezhebidir fakat azınlık olarak Katolik,Envanjelist ve Subbotnik mezheplerine inananlarda mevcuttur.Fakat Hristiyan olmalarına rağmen Gagavuzlar üzerinde İslam ve Gök Tanrı dinlerinin etkileri fazlasıyla gözükmektedir,Esasında Hristiyanlık,İslam ve Gök Tanrı dinlerinin bir harmanı olarak oluşan inanç ve kültür sentezi oluşmuştur dersek pek yanılmış sayılmayız.Gagavuz Kiliselerine gidildiğinde diğer Ortadoks kiliselerinden farklı olarak yapılmış bir mimari ziyaretçileri karşılar.Kiliselerde yılın çeşitli günlerinde Kurban edilen hayvanların etlerinin insanlara dağıtılması İslam dininin,yılın bazı günlerinde ise Kurt adında bir bayramlarının bulunması da Gök Tanrı ve Orta Asya Türk inancının bir etkisi olarak karşımıza çıkar.Öte yandan Gagavuzların bazıları Hristiyan olmalarına rağmen domuz eti tüketmezler buda birçok tarihçi tarafından İslam dininin bir etkisi olarak yorumlanmaktadır.

Ayrıca Gagavuzların giyim tarzları,günlük konuşmaları ve kullandıkları alfabede Türkiye Türklerine çok benzemektedir.Giydikleri yöresel ve geleneksel kıyafetler bugün Türkiyede yörükler tarafından kullanılan kıyafet tarzına çok benzerdir.Günlük konuşmalarıda bugün kullanılan Türkiye Türkçesine çok yakındır.Arada ki tek fark kurulan cümlelerin bizim Türkçemizden bir nebze daha devrik şekilde konuşulmasıdır.Bugün bir Türkiye Türkü ile Gagavuz Türkü rahatça iletişim kurabilir diyebiliriz.Son olarak Gagavuzların isimlerinin ve kökenlerinin nereden geldiği konusını ele alırsak bu konu hakkında çeşitli tarihçiler tarafından ortaya atılan bazı iddialar mevcuttur.Gagavuz ismi hakkında ortaya atılan ilk iddia Gagavuz kelimesinin Gök - Oğuz kelimesinden geldiği iddiasıdır.İkinci iddia ise Ünlü Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavuzdur.Bazı tarihçiler Keykavuz ve ailesinin bir grup asker ile kuzeye gittiğini ve orada Hristiyanlaştıklarını iddia ederler.Bu tarihçilere göre Gagavuz ismi Keykavus isminin zamanla değişmesinden kaynaklanarak bugünkü halini almıştır.Kökenleri ile ilgili olarak ise bir kısım Avrupalı tarihçi Balkan asıllı olduklarını iddia etselerde,büyük kesim tarih araştırmacısı tarafından Oğuzların soyundan geldikleri kabul edilmektedir.11. yüzyıl sonların Orta Asyadan geldikleri düşünülen Gagavuzların Oğuz,Peçenek ve Kıpçak boylarından geldikleri en yaygın düşüncedir.

Özellikle Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından da önemsenmiş olan Gagavuzlar bugün Türkiye ile yakın ilişkiler içerisindedirler.Türkiyeden daha çok yardım isteyen Gagavuzların tek istekleri kendi kültürlerini daha çok tanıtabilmeleri ve Türk iş adamları tarafından bölgelerine daha çok yatırım yapılmasına teşvik edinilmesidir.Günümüzde birçok insan tarafından halen bilinmeyen bu asil ve güzel halk umarım gelecekte hak ettiği yere gelebilecektir.Ruslar ile Azeri Türkleri arasında çıkan çatışmalarda 'Ruslar bizim din kardeşlerimizdi fakat biz kan kardeşlerimiz olan Azerilerin yanında olmayı tercih ettik' diyebilen bu halkı öğrenmek kuşkusuz halklar arasında ki dostluğu pekiştirecektir.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

SAKALAR ve TOMRİS HATUN

Tarihte Tölesler olarak bilinen halkların ataları olarak bilinen kavimlerden biri de; Sakalardır. Bazı tarihçilere göre İrani bir kavim olarak tanımlanan Sakalar, bazı tarihçiler tarafından ise bir Türk kavimi olan İskitlerden ayrılmış kardeş bir halk olarak nitelendirilir.Yaşayış tarzları ve savaşma şekilleri incelediğinde Sakaların bir Türk boyu olduklarını anlamak çok güç değildir ki özellikle Hunların gelenek ve göreneklerine çok benzer şekilde yaşamış olmaları, yine aynı şekilde hayatlarının büyük bir kısmını at üzerinde geçirmeleri Sakaların Türk olabileceği ihtimalini fazlasıyla güçlendirmektedir. Batılı tarihçilerin ısrarla Sakaları İrani bir kavim olarak göstermeye çalışmalarına karşılık İranlı tarihçilerin 'Onlar İrani değildirler, Turan soyundandırlar' demeleri ve bugün kuzeydoğu Asya da yaşayan Yakut Türklerinin kullandıkları kelimelerin Sakaların kullanmış oldukları kelimeler ile aynı olması da üstünde durulması gereken bir konudur. Öte yandan bugün Yakut Türklerinin öteki adının Saha olması ve Sibirya'da yaşayan Sibirya Türklerinin kendilerini Soko olarak tanımlamaları da iddiaları güçlendirmektedir. Soyları hangi ırka dayalı olursa olsun Orta Asya da önemli bir etki bırakmaları ve tarihte ilk kadın hükümdar çıkarmaları Sakaları farklı ve özel bir konuma koymaktadır.




Sakaların yaşam biçimleri incelendiğinde şaşırmak ve başarılarından etkilenmek fazlasıyla mümkündür. Hunlar gibi hayatlarının büyük bir kısmını at üstünde geçiren Sakalar, yemek, uyku ve avlanma gibi gereklilikleri çoğunlukla at üzerinde yapmışlardır. Çocukluk çağından itibaren binicilik ile hayata başlayan Sakalar,at kullanma konusunda da tıpkı diğer Türk kavimleri gibi ustaydılar.Sakalar da çocuklar ilk aşamada at üzerine bindirilmezlerdi, biniciliği daha iyi öğrenebilecekleri ve düştüklerinde herhangi bir kalıcı hasar olmaması açısından seçilen hayvan koyun idi. Saka çocukları koyun üzerinde sıklıkla oyunlar oynarlar ve uzun bozkırlarda at üzerinde ki babalarını taklit ederek, iyi bir Saka Türk'ü olmanın ilk aşamasını başarı ile bitirirlerdi. Koyun üzerinde geçirilen çocukluk döneminin ardından, at sürmeye geçmek onlar için çok da zor olmuyordu diyebiliriz,denge kurmayı çok iyi öğrendikleri için özellikle savaşlarda ok atmayı çok iyi becerebilen Sakalar, arkalarından gelen düşmanlarını bile at üzerinde ters dönerek vurabiliyorlardı.Sakalara ait diğer bir özellik ise;yemek yeme şekilleri ve sebzelere olan düşkünlükleridir.Sıklıkla sebzelerin kökleri ile beslenen Sakalar, en zor koşullarda dahi hayatta kalmalarını sebze köklerine borçluydular. Aynı zamanda gittikleri bölgeleri de otlak alan haline çeviren Sakalar, özellikle ot yetiştirme konusunda uzman oldukları için, atlarını da çok iyi besleyebiliyorlardı ve onun sonucu olarak atlar sağlıklı bir şekilde beslenebildikleri için en kurak zamanlarda dahi verdikleri süt ile Sakalar dinç ve sağlıklı kalabiliyorlardı. Orta Asya da su kaynağı bulmak çok zor olduğundan bugün at sütü olarak bilinen Kımız, Türk halklarının başlıca sıvı kaynağı olmuştur. O açıdan Saka Türkleri sıklıkla sıvı ve besin sorunu yaşamadıklarından birçok imparatorluğu yenme başarısını göstermişler ve sınırlarını genişletme fırsatı yakalamışlardır.Çoğunlukla bitki kökleri ile beslenen sakalar et ile de besleniyorlardı. Fakat beslenme şekilleri pekte iç açıcı değildi dersek pekte yanılmayız,sıklıkla etleri çiğ olarak tüketen Sakalar,ısıtmak için ise etleri atların baldır aralarına bağlarlardı, böylece etler uzun yollar boyunca ısınmış oluyordu ve Sakaları sağlıklı ve enerjik tutan bir numaralı etkenlerden biri durumuna geliyordu.

Sakalar hakkında bir başka üzerinde durulması gereken konu ise Saka kadınlarıdır. Diğer imparatorlukların aksine Saka kadınları mevcut düzende önemli görevlere gelebilmekteydiler, gerek siyasi gerek ekonomik gerekse savaşmacı özellikleriyle Saka kadınları birçok başarının ardında ki ana unsur olma özelliklerini sürdürmüşlerdir. Sakalarda bir kadının evlenebilecek düzeye gelebilmesi için savaşlarda en az üç düşman öldürmesi gerekiyordu,sıklıkla erkekler ile savaşa çıkan Saka kadınları,gereken misyonu edindikten sonra ise,artık sefere çıkmayarak ailenin topraklarını korumaya başlarlardı. Sıklıkla toprak işlemek, çocuğa bakmak ve atları yetiştirmek olan görevleri, kocaları vefat ettiği zaman tekrar eski haline dönerek savaş alanlarında savaşmaya dönüşüyordu. Tarihte ilk kadın hükümdar olma unvanını taşıyan Tomris Hatun da Sakaların ilk kadın hükümdarıdır ve Ahameniş İmparatorluğu'nun ünlü kralı büyük Kiros ile yapmış olduğu savaşlar, tarihte büyük bir iz bırakmıştır. Uygulamış olduğu büyük ve kurnaz taktikler ile Tomris Hatun, Büyük Kiros'u bozguna uğratmıştır ve sonunda hayatının son bulmasına kadar ulaşmıştır. Sıklıkla Saka topraklarına seferler düzenleyen Kiros  yakılmış ve terk edilmiş topraklar ile karşılaşıyordu. Yapmış olduğu seferlerin çoğunda eli boş şekilde dönen Kiros bir türlü başarıya ulaşamayıp her seferinde daha da çok sinirlenip yeni seferler yapmasına rağmen bir türlü Sakalar'a ulaşamayınca Tomris Hatun'a bir mektup yazarak kendisine evlenme teklif etti ve evliliği kabul etmesi durumunda seferleri durduracağının sözünü verdi. Fakat Tomris Hatun Kiros'un asıl niyetinin farkındaydı ve yapılan teklifi reddetti. Bunun üzerine Kiros, çok daha büyük bir sefer düzenleyerek Sakalar'ın üzerine yürüdü fakat Sakalar bu sefer kendilerine karşılık vererek, Kiros ile savaştılar ve Kiros savaşı kaybetti.Kaybettiği savaşın altında kalmak istemeyen Kiros şeytani bir hile yaparak Tomris'i zor durumda bıraktı.Saka topraklarına gizlice yaklaşan Ahameniş birlikleri Saka topraklarına yakın bir yere içi çeşitli bakımlı kadınlar ile şarap  dolu bir çadır kurdular. Tomris'in oğlunun dikkatini çekerek,çadıra gelmesini sağlayan Kiros ani bir baskınla Tomris'in oğlunu ve yanındakileri öldürdü. Tomris Hatun üzücü olayı öğrendiğinde Kiros'a bir mektup yazdı. Mektubunda Kiros'a Kana susamış Kirus! Sen oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. Ama güneşe yemin ederim ki seni kanla doyuracağım!'  diyerek açıkça intikam yemini etti ve ardından yaptığı savaş ile Kiros'u vahşi bir şekilde öldürdü. Sonunda sözünde duran Tomris Hatun, Büyük Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni, kanla doyuruyorum!" dedi ve tarihte örneğine az rastlanır bir intikam destanına imza atmış oldu.

Tomris Hatun ve Ahameniş kralı Kiros 

Saka Türkleri belki birçok kişi tarafından çok bilinmese de,Türk tarihinde çok önemli bir role sahiptir. Hunlara geçen bir çok alışkanlık Sakalardan kalmadır ve Orta Asya bozkırlarında atı seri şekilde kullanabilen ve sonra ki nesillere geçmesini sağlayan iki kavimden bir tanesi,Sakalardır. Bugün birçok ülkede ve özerk cumhuriyetlerde etkileri görünen Sakalar'ın geleneklerinin bir kısmı da hala sürdürülmektedir.

22 Nisan 2015 Çarşamba

KISACA ASYA HUN İMPARATORLUĞU

Türkler'in Tarihteki serüveni çok eskilere dayansa da organize olarak kurulan ilk imparatorluk Asya Hun İmparatorluğudur.Hun İmparatorluğu'nun diğer Türk İmparatorluklarından farkı tam anlamıyla Bozkır kültürüne sahip olmalarıydı diyebiliriz..Belki de Tarihte Bozkır hayatını en iyi uygulayan ve Asya'nın uçsuz bucaksız topraklarında Göçebe kültürü ile süper güç haline gelebilen tek Türk İmparatorluğu Hunlardı.İlk olarak Afanesyovo  kültürü ile başlayan süreç akabinde Andronovo Kültürü ile devam etmiş,sonrasında demirin de kullanılmaya başlanması ile Karasuk Kültürüne dönüşmüştür.Sürecin sonunda ise Pazırık Dönemi oluşmuştur ve bu süreç Hunlara kadar ulaşmıştır.Hunlardan önce Asya'da yaşayan kavimlerin Göçebe hayatına çok iyi adapte olmalarının sebebini ise Asya'nın zorlu coğrafyasına bağlayabiliriz.Büyük bozkırları,çiftçiliğe uygun olmayan toprakları,suyun az bulunur olması gibi nedenler,Asya kavimlerini göçebe hayatına zorlayan bir numaralı etkenlendir.O nedenle tüm Asya kavimleri sıklıkla yer değiştirmek zorunda kalmışlar ve genellikle nehir yanlarında hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır.

Hunlar diğer imparatorluklardan farklı olarak hiç bir zaman yerleşik hayata geçmemişlerdir,günlük hayatta yapılan tüm islerini at üstünde geçiren Hunlar,uykularının da büyük bir kısmını at üstünde geçirmişlerdir Hunlara ait bir başka özellik ise yemeklerini sadece at üzerinde yemeleridir.Kısaca Hunlar ile alakalı olarak hayatlarının çok büyük bir kısmını at üstünde geçirmişlerdir dersek,pek de yanılmış olmayız.Ayrıca Hunlar ömürleri boyunca giydikleri kıyafetlerini asla çıkarmamışlardır,sadece yırtılma ve eskimeye dayalı yıpranma durumlarında değiştirme yoluna başvurmuşlardır.Genelde süt ve süt ürünlerini tercih eden Hunlar,gittikleri bozkırları da verimli otlak tarlaları haline dönüştürmeye çalışmışlar ve büyük aşama kaydederek çevre kavimlerinden bir kademe öne geçmeyi başarmışlardır.Gittikleri bozkırları otlak alan haline dönüştürdükleri için,diğer imparatorluklar açısından, kıskanılacak seviyede süvari gücü oluşturmayı başaran Hunlar'ın elde ettikleri at sayısı 6 milyon ila 12 milyon arası değiştiğinden,Çin imparatorları fahiş fiyatlar ödeyerek,süvari gücü kırma amacıyla birçok at satın almak zorunda kalmışlardır.Öte yandan Roma imparatorluğu da Hunlara her zaman gıpta ile bakmıştır.Birçok Roma İmparatoru Hunlar hakkında övgü dolu sözler sarf etmişlerdir.Ayrıca ünlü Hun İmparatoru Mete Han'ın bulduğu ünlü Sesli Ok diye adlandırılan ok çeşidini taklit ederek birçok başarı  kazanan Roma İmparatorluğu tarihte büyük bir güç olmayı başarmıştır.Boş bozkırları çok iyi kullanan Hunlar,geniş düzlüklerde seri bir şekilde hareket etmeyi öğrendiklerinden,sınırlarını büyütmeyi başarmışlardır,yapmış oldukları Kavimler Göçü ile de birçok Asya kavmini Avrupa'ya göç etmek zorunda bırakarak, çağın değişmesine neden olmuşlardır.


Bugün hala her ne kadar resmi düzeyde kabul edilmese de Hunlar'ın etkisi Avrupa kıtasına kadar ulaşmıştır.Asya Hun İmparatorluğu'nun torunları olan Avrupa Hun İmparatorluğu sayesinde bugün kü Macaristan topraklarına kadar ulaşan Hunlar'ın bugünkü torunları ise Macarlardır. Avrupa'nın büyük bir kısmı kabul etmese de bazı tarafsız Tarihçiler Macarlar'ın ve dolayısıyla Hunlar'ın Türk olduklarını kabul ederler.Hunlar ile başlayan devlet yapısını bozmayan Türk devletleri başka büyük imparatorluklar kurmuşlar ve belki de benzeri tekrar görülemeyecek büyük başarılara imza atmışlardır.Burada bize düşen görev tarihimizi iyi öğrenip geleceğe daha emin adım adımlar ile yürüyebilmektir.Tarihini bilmeyen ülkelerin gelecekte ki başarı şansları yok denecek kadar azdır.

5 Nisan 2015 Pazar

ESKİ TÜRK İNANÇLARINDAN GELEN ÂDETLERİMİZ

Günümüzde hepimiz günlük hayatımızda birçok alışkanlıklara sahibizdir; bazı alışkanlıklarımızı ailemizden bazılarını ise yakın çevremizden öğrenirken, bazı alışkanlıklarımızı ise çok eski atalarımızdan alırız. Tabii birçoğumuz farkında olmasak da hepimiz hayatımızda sokakta evde arabada bu alışkanlıkları sıkça göstermekteyiz. Özellikle alışkanlıklar dışında çeşitli dini konularda da bu alışkanlıklar mevcuttur. Herkes tarafından dini ibadet zannedilen ya da çeşitli Türk alışkanlıkları olarak adlandırılan bu gelenek ve adetleri biraz açmakta fayda var diye düşünüyorum.

İlk olarak Türklerin ilk dini olarak kabul edilen Gök Tanrı ve onun devamı olarak görülen Şamanizm dininden bahsedelim. Türkler belki de tarihte İslam dinini en kolay ve çabuk kabul eden ırklardan bir tanesidirler. Özellikle Gök Tanrı dininin bazı özelliklerinin İslam dinine benzerlik taşıması, çok tanrılı olmayışı, Yaratıcının sadece tek olduğu düşüncesi Türklerin İslam dinine daha çabuk adapte olmalarına en büyük neden olarak gösterilebilir. Fakat zamanla Gök Tanrı dininin de bazı değişimlere uğraması ile bazı değişikler yaşanmış ve Gök Tanrı dini Şamanizm dinine dönüşmüştür. İlk olarak tek Tanrılı başlayan inanç, sonraki dönemlerde çok Tanrılı pagan bir yapıya bürünmüştür. Tabii ki yaşanan bu değişim tüm Türk kavimleri için geçerli değildir zira hala günümüzde Şamanizmden farklı olarak Gök Tanrı dinine inanan ve geleneklerini yaşatan birçok kavim mevcuttur.

Türklerin batıya göçüyle beraber birçok adet, alışkanlık ve gelenek de beraberinde Anadolu'ya Kafkasya'ya, Mezopotamya'ya ve Balkanlara kadar ulaşmıştır. İslam dininin kabulünden sonraki dönemde de Türkler bazı eski dini alışkanlıklarını da yanların da getirerek devam ettirmişlerdir. Zamanla gerek okuma azlığı gerek yanlış aktarılmalar gerekse kaynaklardaki yorum farkları nedeniyle birçok eski Şaman inancı ritüeli, İslam dini adı altında yapılmıştır. Şimdi bazı eski Orta Asya adetlerini sıralayalım:


*Gidenin arkasından su dökme 


*Ağaca çaput bağlama 


*Kurşun döktürme 


*Kapı eşiğinde durma 


*Su içerken eli alına koyma 


*Yukarıda Allah var söylemi (İslam dininde Allah her yerdedir ve Arap ya da Türkler dışında herhangi bir Müslüman o söylemi kullanmaz diyebiliriz. Eski inançta Tanrı gökyüzünde var sayıldığı için Türklerin eski inancının adı Gök Tanrı adını almıştır ve bugün onun sonucu olarak 'Yukarıda Allah var' cümlesi çok sık kullanılır.)


*Ölünün arkasından okutulan Mevlütlerin 40'ında ya da 52'sinde yapılması. 40 ve 52 sayıları eski Türk inançlarında önemli bir yere sahiptirler.


*Cenaze evinde yemek ikram edilmesi (Eski Türk inançlarında adı Yuğ törenidir.)


*Mezar taşına isim yazılması (İslam dini mezarlıklara gidilmesini ve üzerine yazı yazılmasına pek sıcak bakmaz ve hiçbir Arap ülkesinde mezarlıklarda yazı görülmez sadece Türkler eski adetlerinden dolayı mezarlıklara çok önem vermişlerdir ve ölen kişinin ismini mezar taşlarına yazmışlardır.)


*Tahtaya üç kere vurulması (Kötü varlıkları kovma amaçlı yapılır.)



Bahsettiğimiz tüm bu alışkanlıklar çok eski atalarımızdan bize kadar ulaşan, nesilden nesile eylemler ile gelmiş olan bazı adetlerimizdir. Bazıları belki devam ettirilebilir ya da ettirilmelidir fakat İslam adına yapılan ve yeni nesillere aktarılan bazı ritüeller ise mutlaka sona erdirilmelidir. Çünkü önemli olan adetler ile dinin birbirine karıştırılmamasıdır. Adetlerimizi mutlaka devam ettirmeliyiz Türklüğümüzü kaybetmeden, bize özgü olan kültürümüze sahip çıkarak geleceğe yürümeliyiz fakat inancımız ve dinimiz olan İslam dinini de doğru şekilde, eski pagan inançlarından arındırarak yaşamalıyız.


24 Mart 2015 Salı

MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRKLER: KARAYLAR

Bilindiği gibi Türkler, tüm kavimler gibi tarih boyunca bir çok dine inanmışlar ve sürekli olarak kendi geleneklerini ve alışkanlıklarını da mensubu oldukları yeni dinlerine taşımışlardır. Günümüzde Türk halklarının çoğu İslam dinine geçmiş ve İslam dinini tüm kurallarıyla benimsemişlerdir. Çoğunluğu Müslüman olan Türklerin az da olsa ufak bir kesimi farklı din gruplarının birer üyesidirler.İçlerinden bazıları Hristiyanlık, Gök tanrı, Şamanizm ve Musevilik dinini benimseyip ufak azınlıklar şeklinde yaşamaya devam etmektedirler. Çuvaşlar, Yakutlar diğer adıyla Sahalar,Gagauzlar Hristiyan,Tuva Türkleri Şaman ve Budist, Altay bölgesi Gök tanrı, Karaylar ve Kırımçaklar Musevidirler. Haklarında çok az bilgi olan ve birçok kişi tarafından bilinmeyen Karaylara biraz değinmekte fayda vardır. Birçok kesim tarafından bilinmemelerine rağmen Karaylar, kendilerini tanıtmaya çalışmakta ve yok olmamak için kendi gelenek ve göreneklerini yasatmaya çalışmaktadırlar. Peki Karaylar kimdir, nasıl bir yasama sahiptirler ve neden Musevilik dinini seçmişlerdir?

İlk önceleri Karaylar, Musevilikte ünlü olan 'On Kayıp Kabile' efsanesindeki kavimlerden biri sanılmışlardır. Günümüzde Kırım bölgesinde yaygın olarak Karaylar'ın nüfuslarının yaklaşık olarak 700 ila 750 oldukları sanılmaktadır. Çoğu Kırım bölgesinde yasayan Karaylar'ın yaklaşık olarak 250 kadarı da Litvanya'nın başkenti olan Vilnius yakınlarında yaşamaktadırlar. Musevilik dininin Karaim mezhebine mensup olan Karaylar'ın isimlerine de buradan aldıkları düşünülmektedir. Karaylar genel olarak Tevrat'ı baz alırlar,Museviliğin Hadislerine ve yazılan bazı hikayelerine mesafelilerdir.Kendilerine özgü ibadethaneleri vardır ve herkes dilediği gibi bu mekanlara giremez.İstanbul da da yaklaşık olarak 40 kadar Karay Türk'ü yaşamaktadır. Fatih zamanında İstanbul a getirilen Karayların maalesef günümüzde nüfusu hızla düşmektedir. Artık nüfusları o kadar azalmıştır ki, ibadethaneleri bile kapanmıştır.

Karaylar'ın Tarihteki atalarının Hazar Türkleri olduğu düşünülmektedir. Hazar imparatorluğu Türklerin kurduğu ve hakkında çok fazla bilgi olmayan bir imparatorluktur. Fakat Hazar İmparatorluğu dönemin en güçlü imparatorluklarından bir tanesidir ve gücüyle gerek Bizans İmparatorluğunun gerek güneyde ki Arapların tedirgin oldukları bir devlet durumundadır. Sanıldığı gibi Hazar İmparatorluğunun tümü Musevi değildir, sadece hanedan Musevilik dinini benimsemiştir, imparatorluğun geri kalanı Gök tanrı ve Şaman dinini yaşamaya devam etmiştir. Hazar imparatorlarının Museviliği seçmelerinin sebebi ise tamamen politiktir. O dönemde en büyük rakip Bizans imparatorluğu ve Araplardır ve iki imparatorluk da Hazarları kendi cephesine çekme çabasındadır. Bizans Hristiyanlığı yayma amacıyla misyonerlik çalışmaları yürütürken Araplar ise İslam Dinini yayma amacıyla sıkça kuzeye doğru akınlar gerçekleştirmişlerdir. İki dini de kabul etmek istemeyen ve asimile olmaktan korkan Hazar imparatorları tamamen siyasi bir hamle ile Musevilik dinine yönelmişler ve kabul etmişlerdir. Böylelikle Hristiyanlık ve İslam dinini yaymak isteyen misyonerlerden kendilerini koruma fırsatı bulmuşlardır.

Günümüzde tek istekleri kendi gelenekleri yaşatmak olan Karaylar'ın,Türkiyeden de beklentileri fazladır, her ne kadar farklı bir dini benimsemiş olsalar da, onlarda Türktür ve bizimle aynı gelenek ve göreneklere sahiptirler.Türkiye de Karay Türklerine sahip çıkmalı ve tarih sahnesinden kaybolmalarına izin vermemelidir.Tarih boyunca tüm ırklara yardım eden ve hiçbir ırkın mağdur olmasına izin vermeyen Türkiye Cumhuriyetinin de Karayların yardım taleplerine kayıtsız kalmayacağı şüphesizdir.

16 Mart 2015 Pazartesi

BİLDİĞİMİZ TARİHİ UNUTMALI MIYIZ?!

Türkler tarih boyunca bir çok imparatorluğu etkilemiş,yasayış biçimleri ve çeşitli eserleriyle birçok kavim tarafından imrenilerek örnek alınmış, gittikleri her bölgeye kendi kültürlerini de aşılamış ve gittiği bölge kavimlerinin de kültürlerini alarak kedisini geliştirmiş tarih de az rastlanacak türden bir göçebe millettir. En eski çağlardan beri kurdukları imparatorluklar hep o dönemin süper gücü olmuş ya da süper güçlüğü paylaşmıştır.Gerek savaşmada ki üstün özellikleri gerek buldukları yeni buluşlar,diğer imparatorlukların ya da kavimlerin kendilerinden tedirgin olmalarına sebep olmuştur.Peki Türklerin ana vatanı neresidir ya da tarih sahnesine nerede çıkmışlardır?Genel olarak herkes tarafından kabul edilen ve okullarda öğretilen müfredatta ki tarih derslerinde anlatılan,Türklerin kökenin orta asya olduğu ve kavimler göçüyle beraber bir kısmının doğuya bir kısmının asyanın güneyine ve geriye kalan büyük bir kısmının ise batıya mezopotamya,anadolu ve karadenizin kuzeyine gittikleridir. Peki gerçekten de böyle midir? 

Türklerin ana vatanını araştıran ve konuyu ilk olarak detaylı bir biçimde ele alan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'tür. Türk Tarih Tezi araştırmasıyla Türkler'in kültürlerini, yaşayışlarını, herkes tarafından bilinmeyen yönlerini ve en önemlisi orta asya'ya nereden geldiklerini araştırmıştır.Türklerin ana vatanı orta asya ise,oraya nereden geldiklerini detaylı bir araştırma ile ele alan Atatürk, araştırmasının sonucunda Türklerin ana vatanının sadece orta asya olmadığını, tüm kıtaların Türklere ana kıtalık yaptığını vurgulamıştır, Türklere Anadolunun kapılarını acan ünlü Malazgirt Savasının, Türklerin Anadoluya ilk geldikleri değil, son geldikleri savaş olduğunu söylemiştir, aynı araştırmaları sonraki dönem de Kazim Mirşan ve Haluk Tarcan gibi Türk tarihi araştırmacıları da yaptıkları çalışmalar ile iddia etmişlerdir.

Haluk Tarcan'a göre tarihte üç tane büyük göç dalgası olmuştur,ilki buzul cağından kuzeye göç eden kavimler,ikincisi buzların erimesi ile güneye kaçan kavimler, üçüncüsü ise kavimler göçüdür.Türkler M.Ö 13000 de anadoluya gelmişler ve avrupanın içlerine kadar ilerlemişlerdir, Kazım Mirşan'nın iddialarına göre de tarih de önde gelen ve büyük etkiler yaratmış bazı imparatorlukların ataları Türklerdir. Romalıların, Yunanlıların, Çinlilerin, Mısırlıların, Moğolların atalarının Türk olduğu ya da onlardan ayrılmış kardeş kavimler olabileceğini düşünen Kazım Mirşan daha ileriye giderek mısırlıların piramitleri ve mumyalama yöntemini türklerden öğrendiklerini söylemiştir.Roma imparatorluğunun atası sayılan etrüskler'e ait eski bir köyde yapılan kazılar da bir yazıtın bulunduğu ve yazıtta yazılan bir çok kelimenin ön türklere ait olduğu meydana çıkmıştır.Araştırmaların da birçok ülke gezen,ünlü tarihçiler ile fikirlerini paylaşan Kazım Mirşan,Germenlerin de Türkler ile kardeş kavim olduklarını,avrupanın en yüksek dağı olan Alp dağlarının da isminin ön türkçe de kullanılan bir isim olduğunu ve anlamının türkçede ki ulu kelimesine karşılık geldiğini, Macarları oluşturan dört kavmin Türk olduğunu, Mısırlıların hiyeroglif yazısının çok önceden anadolu da bir mağarada Türkler tarafından yazılmaya baslandığını, orhun yazıtlarında yazılan kelimelerin esasında çok eskiye dayandığını ve sanıldığı gibi ilk yazıyı sümerlerin değil türklerin bulduklarını iddia etmiştir.sümerlerin kullandığı bir çok kelimenin de öntürkce de kullanılan kelimeler ile aynı olduğunu başka tarihçiler de iddia etmektedirler.

Aslında ortaya konulan iddialar çok da gerçekten uzak değildir.Bugün çok uzak coğrafyalar da bile türklere ait bazı izler görünmektedir,Özellikle Hitlerin kullanmış olduğu gamalı haç'ın orta asya da yapılan kazılar da çıkartılan birçok eski vazonun üzerlerinde olması ve bugün japonya adasında altay türklerine ait bazı kanıtlar bulunması,yapılan bazı kafatası deneylerin de hırvatların kafatası şekilleriyle bir türk kavmi olan avarların birebir aynı çıkmaları ortaya konulan teorileri güçlendirmektedir. Öte yandan bugün batı trakya türkleri ile japonların dnalarında benzerlikler meydana çıkmış ve japon tarihçilerin anadolu da kazılar yapmalarına neden olmuştur. Kendilerine neden anadolu da kazılar yaptıkları sorulduğunda ise 'Biz atalarımızı aramaya geldik' cevabını vermişlerdir. Ayrıca bugün İslam dininin sembolü ve sümerler zamanında da kullanılan ay-yıldız simgesinin de sümerlerden önce orta asya türklerin de kullanıldığı da ispatlanmıştır, Son olarak anadolu da kurulan bir çok eski medeniyetin de orta asya kökenli oldukları kanıtlanmıştır. Urartular, Frigyalılar ve Lidyalıların asyadan geldikleri ve frigyalılar tarafından yapılan ünlü çengelli iğne ile dokunan kilimlerin,Türklerin yaptıkları kilimler ile birebir aynı olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Yapılan tüm iddialar belki  bazı kesimler tarafından abartılı bulunabilir fakat üzerinde durulması gereken iddialardır ve tarihteki başarıları düşünüldüğünde Türklerin birçok başarıyı ve etkiyi bırakabilecek güçlü bir millet oldukları asla unutulmamalı ve şimdiye kadar bize öğretilen klişe bilgilerden çok ileri bir millet oldukları bilinmelidir.